Bir gün cuma namazını kılmak için Unkapanı’ndaki Zeyrek Camii ile Şebsefa Hatun Camii arasında yer alan Piri Mehmed Paşa Camii’ne gitmiştim. Bu küçük, fakat şirin mâbed aynı zamanda Mehmed Emin Tokadi hazretlerinin de içinde bulunduğu hazireye komşuydu. Hazretin türbesinde Kur’an okuyan, dua eden ziyaretçilerin çoğunu hanımlar oluşturmuştu.
Adı geçen camiye girince, sık sık şahit olduğum nâhoş manzaralardan biriyle burada da karşılaştım. Sağımda oturan, su şişesini de önüne yerleştirmeyi ihmal etmeyen bir vatandaş sürekli telefonuyla oynuyordu. Ne vaazı dinliyordu, ne de hutbeye kulak veriyordu.
Şimdi bütün bunları bir tarafa bırakıp, bu şirin caminin bânisini daha yakından tanımaya çalışalım.
Piri Mehmed Paşa, hem Yavuz Sultan Selim, hem de Kânûnî Sultan Süleyman devrinde sadrıâzamlık görevinde bulunan değerli bir devlet adamıdır.
Yavuz, Çaldıran seferine çıkınca İstanbul’u ona emanet etti. Padişahın güvenini kazanan Piri Paşa, 1517’de Yunus Paşa görevinden azledilince sadrıazamlığa getirildi. Kaynakların belirttiğine göre, Çaldıran seferinde zor günler yaşayan Yavuz Sultan Selim’e, düşman hakkında bilgi almak amacıyla istihbarat teşkilatı kurması için telkinde bulundu. Sadrıâzamlığı sırasında bu teşkilatı daha da geliştirip Osmanlı Devleti’ne hizmet etti.
Soyu Şeyh Cemaleddin Aksarayi hazretlerine dayanan Piri Paşa, aynı zamanda ilmiye mesleğine de mensuptu. İbrahim Alaaddin Gövsa, “Meşhur Adamlar”da onun, Mesnevi’nin bir kısmını, Şahidi manzumesinin tamamını “Tuhfe-i Mir” ismiyle şerh ettiğine dair bir not düşüyor. Merhum, Silivri’de yaptırdığı caminin haziresinde yatıyor. Bendeniz bu ilçemize davet edildiğim zaman hem camisini, hem türbesini ziyaret ettim. Rahmetullahi aleyh.
Bu değerli Osmanlı paşasının oğlu vasıtasıyla yaşadığı büyük felaketi, dehşetli faciayı merhum tarihçimiz Mithat Sertoğlu 24 Ocak 1957 tarihli Yirminci Asır Mecmuası’nda şöyle anlatıyor:
“Yavuz Sultan Selim birçok sadrıazamını idam ettirmiş olmakla meşhurdu. Elinden kurtulan pek azdı. Hatta, bunu telmihen şairlerden biri:
Rakîbin ölmesine çâre yoktur
Vezir ola meğer Sultan Selim’e
beytini söylemiştir.
Onun son sadrıazamı, bugün Hasköy’de namına bir mahalle bulunan meşhur Karamanlı Piri Mehmet Paşa’dır.
Son derece dikkatli ve dirayetli bir zat olan Piri Paşa, kendisini devlete mutlaka lazım bir hale getirerek canını çok asabi ve hiddetli bir hükümdar olan Yavuz’un elinden kurtarmaya çalışırdı. Halbuki Yavuz, haddi zatında gayet kadirşinastı. İdam kararlarını da zannedildiği gibi hiddet yüzünden vermezdi. Hiddeti, sadece bir bahaneden ibaretti. Zira, zamanında son derece hazımlı olmayı bilmiş ve kıymet verdiği kimselerin icabında pek sert ikaz ve tenkitlerine tahammül göstermiş olmakla maruftu. Aynı şekilde Piri Paşa’yı da sever ve takdir ederdi. İdam ettirmeye ise hiç niyeti yoktu. Hatta böyle bir şeyi aklından bile geçirmezdi. Lakin işin farkında olmayan sadrıazam, her gün ecel terleri dökerdi. Nihayet bundan bıkıp usanarak bir gün ona: ‘Padişahım dedi. Bilirim ki, evvel âhir beni katledeceksin! Bari bir gün evvel katleyle de her gün can korkusu çekmekten kurtulayım.’
Yavuz, bu sözlere bir hayli güldükten sonra şu latife ile cevap verdi:
‘Vallahi aklıma gelmez değil! Ancak henüz yerine koyacak bir kimse bulamadım!’
Yavuz vefat ettiği zaman Piri Paşa sadrıazam bulunuyordu. Bu suretle, onun son ve oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın ilk sadrıazamlığını ifa etmiş oldu. Genç hükümdar, kendisine babasından intikal eden ihtiyar vezire son derece hürmet gösterdi. Piri Paşa o derece vakur ve mehib idi ki, huzuruna girdikçe padişah âdeta ondan utanırdı.
Kanuni, daha şehzade iken İbrahim adlı bir dönme köle görerek, bilhassa keman çalmadaki ustalığına hayran kalıp, sahibi bulunan ihtiyar bir kadından satın almıştı. Köle aynı zamanda çok zeki ve kabiliyetliydi. Sür’atle şehzadenin gözüne girdi. Gece gündüz onun yanından ayrılmaz oldu. Kanuni, padişah olduktan sonra onu iç sarayın en büyük mevkii olan hasodabaşılığına yükseltmişti. Lakin bunu az görüyor, İbrahim’i sadrıazam yapmayı düşünüyordu. Bununla beraber Piri Paşa’yı azletmeye hiçbir sebep yoktu. Yegâne çare, ona hissettirerek istifasını temin etmekti.
Nihayet Kanuni, bir gün kendisiyle konuşurken: ‘Lâlâ dedi. Pek ziyade makbul bir kulum var. Ona en büyük mükâfatı vermek isterim. Ne edeyim?’ Zeki sadrıazam derhal vaziyeti anladığından şu cevabı verdi: ‘Saadetli hünkarım! En büyük mükafat sadarettir. Ona bu kulunuzun mansıbını verin.’ Bunun üzerine Piri Paşa gayet ağır haslar tahsisiyle tekaüd edildi (Emekliye sevkedildi) ve Edirne’de ikamet etmesi emrolundu.
Yeni sadrıazam İbrahim Paşa kısa bir zaman içinde devlet işlerini kavrayarak büyük muvaffakiyetler gösterdi. Bu makamın hakikaten ehli olduğunu isbat etti. Bu yüzden Kanuni onu çok sever ve takdir ederdi. Vezirine o kadar teveccüh gösterdi ki, onu herkes ‘Makbul İbrahim Paşa’ diye anmaya başladı. Nitekim ileride, Hürrem Sultan’ın ısrarı ve buna katılan diğer hadiseler dolayısıyla idam edildikten sonra da, ‘Maktul İbrahim Paşa’ diye anılmıştır.
İbrahim Paşa, sadrıazam olduktan sonra, bu makamı tekrar kaybetmekten korkmaya başladı. Kendisinin en büyük rakibi ise, eski sadrıazam Piri Mehmet Paşa idi. Kanuni’nin, onun hakkında hâlâ büyük bir hürmet ve teveccüh beslediğini biliyor ve buna hiç tahammül edemiyordu. Hükümdar o sırada Alman seferinde idi. Harpten muzaffer olarak dönerken Edirne’ye uğrayıp orada biraz konaklamaya karar vermişti. Bunu İbrahim Paşa’ya söylerken ‘Hem eski lâlâmı dahi görürüm. Çok ihtiyar olmuş derler. Kadimi emektardır. Gönlünü ve hayır duasını alırız!’ diye de ilave etmişti.
İbrahim Paşa, bu sözlerden fena halde kuşkulandı. Padişahın baba yâdigârı olan veziri tekrar sadrıazam yapmasından korkmaya başladı. Hemen, daha evvel sadık bir adamını Edirne’ye gönderdi. Bu adam, o sırada Edirne kadısı bulunan ve paşazade diye anılan Piri Paşa’nın öz oğlu Mehmet Efendi’yi buldu. Mehmet Efendi, para ve mevki uğrunda her şeyi yapmaya hazır bir herifti. Esasen daha evvel, bir gün lazım olur düşüncesiyle İbrahim Paşa, onu elde etmiş bulunuyordu. Mehmet Efendi, babasının rakibi tarafından idbara uğratılacağı korkusunu yaşar iken, ondan iltifat görünce, birçok vesilelerle minnettarlığını izhar etmiş ve daima hizmetine hazır bulunduğunu İbrahim Paşa’ya zaman zaman haber vermişti.
Edirne’ye gelen gizli ulak, Paşazadeyi buldu ve ona babasını zehirleyip öldürürse her muradına vesile olacağını bildirdi. Mehmet Efendi, bunu tereddütsüz kabul etti. Hemen zehirli bir macun hazırlayıp babasına koştu: ‘Saadetli hünkârımız Edirne’yi teşrif edeceklermiş. Kendilerine pir (yaşlı) ve amelmanda (güçsüz) görülmemek için şu mukavvi (kuvvetlendirici) macundan bir miktar tenavûl buyurun (yiyin)’dedi.
Piri Paşa, oğlunun sadrıazamla dostluğunu bilirdi. Lakin bu yüzden hayatına kastedeceği aklına bile gelmediği için oğlu gittikten sonra macundan bolca yedi. Aradan yarım saat geçince de, zehirlenme alametleri başladı. İhtiyar vezir başına gelenleri o zaman anlayarak: ‘Mehmet! Beni yaktın! Allahü Teâlâ dahi seni yaksın!’ diye bedduada bulundu.
Hadiseyi haber alan İbrahim Paşa ‘Babasına dahi kıyan hainden bize ne hayır gelir’ diyerek Mehmet Efendi’ye hiç yüz vermedi. Mükâfatta da bulunmadı. Lakin Allah’ın intikamı gecikmeyerek babasının âhı Paşazadeyi tuttu. Bu hadiseden iki sene sonra bir gece -her zamanki gibi- fazlaca şarap içerek sızıp kalmıştı. Yanar bıraktığı mum kıvrılarak yorganını tutuşturdu. Mehmet Efendi, biraz sonra can acısıyla uyandı. Yatağının yanmakta olduğunu görünce hemen uyku sersemliği ile su zannederek yanında duran şarap testilerinden birisini kapıp döktü. Lakin ateş bu yüzden büsbütün çoğaldı ve kadı efendi diri diri yanıp kül oldu.
Para ve mevki hırsı ile en büyük kötülüğü yapmış, lakin umduklarına kavuşmadıktan maada, eliyle öldürdüğü babasının ahına uğrayarak kendisi de en feci bir ölümle ölmüştü.”
Piri Mehmet Paşa’nın mekânı cennet olsun.